9 Haziran 2009 Salı

DÜN GÜLHANE'DE...


Gülhane Parkı ile ilgili öyle çok yazı yazıp, resim yayınlıyorum ki, artık yazının başlığına ne yazacağımı şaşırıyorum.
Gülhane Parkı'nın fahri temsilcisi gibiyim.
Her an, her mevsim resimlerini çekiyorum.
Gülhane Parkı'na her gidişimde "daha önce çok resim çektim, artık resim çekmeyeceğim" diyerek gidiyorum ama içeri girer girmez fikrimi değiştiriyorum.
Park her mevsimde bir başka güzel oluyor.
Ne yazık ki bu yıl lale zamanı fırsatını bulup, parka gidemedim.


Dün İstanbul sıcaktan kavruluyordu.
Kızım ve kuzeni ile birlikte biraz değişiklik olur diyerek, gölge ve serin olacağını düşünerek gezmek için Gülhane Parkı'nı seçtik.
Hava gerçekten çok sıcaktı hatta fazla güneşe maruz kalmayalım, hemen parka girelim diyerek, tramvaydan bile Gülhane durağında indik.
Hava sıcak olmasa niyetimiz Sultanahmet'te inip, dolaşıp, geze geze parka inmekti.
Sıcak parkta da etkisini gösteriyordu, hani deyim yerindeyse parkta yaprak kımıldamıyordu.
Serin ve esen rüzgarı ancak tepede ki çay bahçesinde hissettik.
Bugünler de park, tam Gül-Hane parkı olmuş.
İnanılmaz güzellikte ve sayıda gül açmış, hem güzel görüntüsü, hem de mis gibi kokusu ile aklınızı başınızdan alıyor.

Yol kenarlarına begonya, menekşe ve cam güzeli gibi çiçekler dikilmiş.
Girişte ki köşkün önüne ve İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'nin önündeki alana gül dikilmiş.
Özellikle müzenin önünde ki bölüm tam bir gül bahçesi olmuş.
Müze geçen yıl açılınca önünde ki ve çevresinde ki alan düzenlenmişti.
Gül bahçesi geçen yılda vardı, bu yılda yine güller çok güzel açmışlar.
Gülhane parkı yıllardan sonra gerçekten Gül-Hane oldu.
























Yol kenarlarına dikilen begonyalar.






Dere peysajı hep lalelerden yapılacak değil ya, bu da begonya deresi : )


Sarayburnu tarafında ki kapıya yaklaşıyoruz.
Yolun ucunda ki manzara da Boğaz köprüsü bütün ihtişamı ile duruyor.

Çıkış kapısına yaklaştık ama Gülhane parkına gelipte tepede ki çay bahçesinde oturup, dinlenmeden olmaz.
Hemen yukarı çay bahçesine çıkıyoruz ve mümkün olan en uçtaki masayı gözümüze kestirerek oturuyoruz.


Eğer en önde ki masayı kaptıysanız, keyfinize diyecek yok.
Çünkü denizi ve manzarayı önünüzde kimse olmadan seyredebilirsiniz.
Yok arka masalarda yer bulduysanız, o zaman önlerden birinin bir an önce kalkmasını beklemek ve çevik bir hareketle o masayı kapmak zorundasınız.
Sonra sizinde kalkmanızı dört gözle bekleyen birileri çıkacaktır : )


İstanbul'un gün geçtikçe değişen silüeti.

Yeni bir gezide görüşmek üzere!...

1 yorum:

Yorum yazmak için;
Google hesabınız yoksa "Anonim" bölümünü işaretleyerek
yorumunuzu yazabilirsiniz.